Kezzap dökülmüş gibidir bazı yaralar… Bazı yaralar beden çürüse de, toprak altında bile geçmez… Ve çoğu zaman bu yaraları açan ya dostlardır, ya arkadaşlar ya da belki en yakınıdır, sevdiğidir insanın. O yüzden kezzap dökülmüş gibi iz bırakır zaten. Değmez diye geçiştirmeye çalıştığımız her kırgınlığımız, her tesellimiz nafiledir. Değmeyecek olsa zaten insan ne üzülür ne de kırılır… Değdiği için üzülüyordur insan, değdiği için kırılıyordur, deliniyordur tam kalbinin orta yerinden…Bir çocuğun suçunu örtmeye çalışırken zaman kazanmaya çalışması gibi “Zaman her şeyin ilacıdır” diye, “Zamanla Geçer” diye avutur kendini koskoca insanlar… Ne nafile, ne boş bir çabadır… Zaman, sadece yaraya alışkanlığımızı gerçekleştirir. Zamanla geçmez hiçbir şey, zaman geçer sadece. Zaman sadece direniş gücümüzü besler. Ama yara yaradır…Ve aslında kabul ediş en dik durma biçimidir… Reddettiğimiz her gerçek, hep en kalıcı yaradır… Reddettikçe kanar, reddettikçe olduğu gibi kalır yerinde. Yaramız da, yaşanmışlığımız da bedenimizin ve ruhumuzun gerçeğidir. Yaratılırken bize kimse yara almama, yıpranmama garantisi vermedi ki? Yaranın kanaması ta ki kabullenişe, yüzleşmeye kadar sürer… Ne zaman ki kabul etti insanoğlu yarasını ve yaşanmışlığını, işte o zaman en büyük teşhisi koymuş oldu, yaşanmış ve iz bırakmış yaralarına. İlk ve en büyük tedavi adımını da işte o zaman atmış oldu. Teşhisten sonrası tedavi… Yaralarımızı teşhis edebilmemiz ve gereken tedavileri ivedilikle uygulayabilmemiz dileklerimle… Yaralanmamamız dileğiyle diyemiyorum, çünkü değer verdiklerimiz yara açmaktan vazgeçmeyecek…